понеделник, 20 декември 2010 г.

İstanbul için Benim hayalim - Bölüm II

Sabahımız yeniden Eminönü’ nde, Mısır çarşısında ve gьvercinle dolu meydanda başlıyor.Venice’ de gibi, ama daha gьzel. Daha gerзekзi. Yeni camiinden sabah ezan sesleri geliyor. Minarelerin altın ayları gьneşten parlıyor. Darina’ nın göğüsünde asılı altın haç da parlıyor. Tam nasıl bir haз olduğunu anlayamıyorum -ne Ortodoks ne Katolik ne Protestan. Kalın ve düz uçlarıyla daha çok ay ile barışık bir yıldıza veya bir çiçeğe benziyor.
Tьrklerle, Arap ьlkelerinden gelen hacılarla bir megapolis olan bu şehir insana bir garip sakinlik ve ruh sakinliği hissetiriyor. Sakallar, kepler, uzun örtüler, şalvarlar, yelekler.. Zorunlu dualar ve ibadetler. Ramazan ayı.
Meydanda uzun зadır ve masalar kurulmuş-akşam tam saat 8’de Mьezzin iftar vaktini beyan ediyor. Зadırın önünde uzun kuyruklar var. Burda birlikte yemek yemek adettir. Parkta зimlerin ьstьnde yemek yiyen aile, yanlarında da gaz tüpü, örtünün üstü de yemek dolu manzaralar зok tipiktir. Hepsi beraber. Tesettьrlьler, başı açık olanlar, gençler ve yaşlılar-hepsi beraber. Hayatı kim nasıl algılıyorsa. Kimse kimseye karşı değildir. Dua hipnoz gibi geliyor. Toplu bir seans. Tevazu.

Bu şehrin en etkileyici yeri tarihi bölümüdür.-Sultanahmet camii, Beyazıd camii, Ordu caddesi, Ünüversite. Diğer toplu seansta politika tonu var. Sesi biraz yьksek ve agresiftir. Erdoğan’in resmi ile. Referendum iзin oy verin. Referendumda. Kesin „Evet” veya „Hayır”. Hangi yolu seзeceğiz?. Avrupa Birliği için „Evet” mi „Hayır” mı?. Cumhurbaşkan’ına mı daha зok haklar verilsin yoksa Askeriye’ye ve Yargıtay’a mı? Alt geзitlerin merdivenlerinde broşürler topluyoruz ve tanıtım broşürlerine bakıyoruz. Gazetelerin ilk sayfalarına ilgiyle bakıyoruz. Bir dцner satıcısı diyor ki „Hanımefendi bunlar size lazım değil, siz anlayamzasınız okuyamazsınız”. Alaturka kahve hayatımda içtiğim en güzel kahve, yediğim dondurma da en nefis dondurmadır. Gerзek bir bцğürtlen dondurması-çocukluğumu andırıyor.

Bugьn Boğaz’ dan bir kaз kez geзeceğiz. Kьltьr programımız tamamen doludur. Gözyaşlarıyla dolu Türk dizilerin markası olan Kız Kulesine gidiyoruz. Bir babanın kızını bu kulede sevgilisinden sakladığını anlatan şaşırtıcı bir efsane; ьstten bakıldığında manyetik bi manzara.


Boğaz’ın zьmrьt suları yine gözlerimizin önünde ve fotoğraf makinelerimzde. Цnьmьzde-aşık karabataklar, balık yakalamaya çalışıyorlar ve dişilere kur yapıyorlar. Arkamızda- pastanede-orta yaşlarında aşık İngilizler. Erkek kadına şaklabanlıklar yapıyor, balkonda saklanıyor, kadım ise elini uzatıp kalp içinde isimlerini yazıyor. Bu şehirde galiba herkes aşık. Epeyce bьyьk bir dizinin iзindeyiz, sadece gцzyaşları eksik. Onun için sadece resim çekiyoruz.
Цğlenden sonra İstanbul’un ve projemizin kalbi olan Nişantaşı’ndayız. Parlak sokaklar ve mağza vitrinleri. Işıklrda uzun bir beklemeden sonra Teşfikiye-Valikonağı kavşağını geçiyoruz. Цnьmьzde hızla gelen bir Jeep ani fren yapıyor ve içinden vitrindeki mankene benzeyen uzun boylu ve zayıf güzel bi bayan iniyor ve kırmızıda ışıktan geçiyor. Ьstьnde mor renkli kardinal bir kimono var ve geзtiği yer fransız parfümü kokuyor. Saat цğlen 12.00. Ve kalabalığa karışıyor.
Teşfikiye camii- Kemal’in penceresinden gцrьlen otantik bir manzara. Sokağın daha ötesinde, karşı tarafta „Pamuk” apartmanını keşfediyoruz. Dairelerin hepsinde beyaz perdeler, apartmanın önünde ise güzel yeşil ağaç. Giriş kapısında bekliyoruz fakat yarım saat kimse çıkmıyor. Resim зektiriyoruz. Mutluyuz. Işıklarda yanımda gözlüklü bir adam duruyor. Kalın dudaklı, gözlüklü, yakışıklı..”Baksana ne kadar Orhan Pamuk’a benziyor”-fısıldıyor Eli. Fakat adamın profiline bakarken, (gerзekten зok benziyor, ama biraz daha esmer ve kцyь renkli saзlı), yeşil ışık yanıyor ve adam kalabalığa karışıyror. Haykırmam, elimi uzatmam lazımdı..

Bir anda Hьnkar restoranının önünde buluveriyoruz kendimizi. Burda 3 hafta цnce yazar цğlen yemeğini yemiş. Onun sevdiği yer. Serin, dьzenli, son derece temiz ve sakin bir yer. Gelmez mi acaba yazar?- цğlen yemeği vakti ya? (Işıklarda gördüğümüz adam ters yöne doğru uzaklaştı. Demek ki? Pamuk değilmiş.) Alaturka kahvesi iзiyoruz, tabi ki bol kaymaklı. Eli sьtlaз istiyor. Ve ьstьnde bol tarзın. Büyükannem yapardı ben küçükken. Ben de mi yesem acaba? Duvardan dedem bakıyor. Deja vu? Orhan Pamuk’un sevdiği yemeği öğreniyoruz-sarma ve sebze. Garson bizi sorguluyor ve detaylı kayıtlar tutuyor. İstanbul’ u okumuş, ama Müzeyi okumamış. Duvarda yine Atatьrk’ ьn resmi var. Latife ile dьğün resmi. Herşeyi çekiyoruz. Sarmaları. Resimleri. Ve зıkıyoruz-hatta uçarak devam ediyoruz.
Цğlenden sonra.. gözlerimizin gördüğü yerlere gidiyoruz. Yol arkadaşımız, haritamız, bir de... romanımız da var. Belgrad Ormanını arıyoruz.- Kemal ve Sibel’ in ilk ve son avrupai pikniklerini yaptıkları ormanı. Bebek’ i saran sahil yolunda ilerliyoruz (havaalanından Eminönü’ ne kadar yolun adı „Kenedi”). Zenginlerin semti. „dolce vita far niente” semti. Yatlar, villalar, palmiyeler...Ve sonsuz sahil yolu. Uzakta Scylla ve Charybdis beliriyor.


Ama bizi daha ne beklediğini kimse bilmiyor- en azından da İstanbul doğumlu olan ve hayatında bildiği tanıdığı yerlerden bukadar uzaklaşmayan yol arkadaşımız Eyüp Yıldırım. Saatlerce yolculuk yapıyoruz, kayboluyoruz, buluşuyoruz, artık gün bitiyor nerdeyse. Fakat şehir bitmiyor.Tersine. Belgrad ormanı sanki önümüzde koşuyor. Yetişemiyoruz bir türlü. İstanbul’ a sora sora gidilirmiş. Ya İstanbul içinde? Gene sora sora. Mьhteşem, orman kadar büyük bir parka geliyoruz. Zamanında buraya sultanlar, paşalar, beyler geyik avına geliyormuş. 400 yıllı eski benti ve sarnıcı var.
Manzarası Bentlere doğru bakan yeşil bir çayır buluyoruz ve....sanki Kemal’in aşk hıçkırıklarını duyuyoruz. Resim çekiyoruz, çaylarımız yudumluyoruz ve dinleniyoruz.Yuli çok keyifli ve beyaz örülmüş salıngaca oturuyor. Niki de hamağa yatıyor.Ve ikisi de şekerleme yapıyor. Sadece Boyana yorulmaksızın resim çekiyor.
Geri dцnьyoruz. Yol arkadaşımız ön koltukta uyuyor. Onu da зok yorduk. Sic transit Gloria mundi. İзimizde kuzey Balkan ruhu hala hayatta. Hatta azıyor.Gün batımı .. Fakat ondan önce İstanbul’ un o korkunз trafiğine yakalanacağız. Hiз kimse hayatında bukadar arabayı bir yerde görmemiştir. New York’ ta da aynısı mı acaba? Yada Tokio’da? Bu kadar зok beklemek.Ve buna rağmen bu kadar sakinlik. Arabaların ve otobüslerin arasında açık renkli elbiseli ve başı örtülü bir kadın gezerek çiçek satıyor. Hatta nerdeyse yolun ьstьnde. Ama kimse зiзek dьşünecek halde değil. Ama kadın umutsuzluğa kapılmıyor. Karşı taraftan bir erkek sanki yer altından çıkarak köpük karışımı dolu kavanozunu karıştırıyopr ve kocaman sabun köpükleri yapıypor. Rengarenk...Trafiği sakinleştiriyor.

Yanımızda bir otomobil duruyor. İзinde 8, 9 kadın var.Vanya 12 kadın olduğunu iddia ediyor. Baş örtülü, baş örtüsüz, pelikli…Sürücü bayan baş örtülü, yanında oturan kız ise askılı bulüzlü. Hepsi gьlьyor. Kız kardeşler mi ? Anne ve kızları mı? Kuzenler mi? Mini harem sanki. Neyse.. Цnemli değil..
Sağdaki manzara Levent semtine ait. İstanbul siti. Londra sitiye benziyor, ama o kadar değil...Daha çok Amerikan tipi.. Bankalar, Holdingler, Ambasador. İkiz kuleler -hatta bir kaз tane. Videoduvarlar. Cam dьnyası.. Цnьnde altın boğası olan alış veriş merkezleri de var. Onların ki yarım cam yarım elmas.
Az sonra Galata kцprьsьndeyiz. Gьneş, uzakta kalan caminin ince minaresini aydınlatarak yavaş yavaş batıyor.Boyana bu anı yakalıyor..

* * *
Evdokiya Borisova

Няма коментари:

Публикуване на коментар